
Bazen...
"Bazen seni kimsenin anlamadığını hissettiğin oluyor mu?" diye devam etti.
Üstümüzdeki ağacın yaprakları rüzgârla hışırdayıp yer değiştirdi.
"Bazen kabuğunun kenarında dolaştığını ve onu kırıp öteki tarafa asla geçemeyeceğini, diğerlerinin arasına karışamayacağını, onlara ait olamayacağını düşündüğün..."
"Nasıl hissettiğini asla anlatamayacağını ve kimsenin de zaten anlayamayacağını, kendi dünyanda yapayalnız öleceğini düşündüğün?"
Rüzgâr şimdi başka bir ağaca geçmiş, hızını kesmeden yapraklarla oynaşıyor, gönül eğlendiriyordu. Ani terk edilmişliğin üzüntüsüyle üstümüzdeki ağaç sessizliğe gömülüp, kırılan dallarını toparlayıp duruldu. Güneş çekilen dallardan sıyrılmış, yüzümüzü, göz bebeklerimizi öpüyor, karanlığa daha fazla işlemek için kendine yer açıyordu.
Hay aksi! Gene seğirmem tutmuş, göz kaslarım benden emir almaksızın hareket edip duruyordu. İnsanlara ait olmadığımı düşündüren eylemlerden biri de buydu. Ne zaman mutlu olduğumu hissetsem gözüm seğirmeye başlamış, istemsiz bu spazmlar mutluluğumun habercisi oluvermişlerdi.
"Bazen kaybolduğunu düşündüğün oluyor mu? Bulunamayacağını düşündüğün?
Mücadelesinin sonuna gelen, rüzgârla savaşını kaybetmiş sarı bir yaprak ağır çekimle havada taklalar atarak evinden, yurdundan ayrılıyor, yukarıda duran arkadaşlarına son kez selam veriyordu. Gelip ortamızda yer bulup oturdu. Artık yukarıdan bakmıyor, kıçımızı koyduğumuz toprağa bizimle birlikte bedenini yaslıyordu. (Artık kitap ayracım olacağından habersiziz ikimiz de.)
Düşen yaprağa baktı. Sesi incelmişti. Gözleri rüzgârı aradı.
Bazen ile başlayan sorularına benden taraf karşılık alamamış, ısrarla cümleler kurmaya devam etmişti.
"Bazen" öhöö öhöö öhööö öksürmeye başladı, kelimeler boğazında kalmıştı.
Ağzımdan tek çıkan "helal" kelimesi sesimin varlığını hatırlatmıştı bana.
Çantasında uzun zamandır sakladığı suyu bir dikişte içiverdi. Dudağının kenarından kurtulmayı başaran su damlacığı çimenlere düştü. Çimen suyun ağırlığıyla toprağa doğru hafif sendeledi. Damla kayarak çimenin köküyle buluştu. Toprak ıslandı. Hayat devam etti...
"Aklın nerde kim bilir?" Sesi hafiften titremiş ancak eski ritmini bulmuştu.
"Şey düşünüyordum, uzun zamandır kendimde olmadığımı."
"İnsan kendisine benzeyen birilerini bulmak istiyor. Ama kendisine benzeyen birini bulunca da korkuyor. Kaçıyor ondan, uzaklara gidiyor."
"Çokça kaçtım kendimden, çok yoruldum."
Rüzgâr evini bulmuş, etraf sessizleşmiş, kuşlar kanatlarının altında uykuya dalmıştı. Güneş sahneden çekilmiş, ay parça parça dağların ardından gülümsemişti.
Her şey karanlık içinde aydınlıktı. Karanlığa alışmaya çalışan göz bebeklerim büyümüş, tepemizde yanıp sönen yıldızı kavramıştı.
Saat geç olmuştu. Üstümü silkeledim.
Kendimle konuşmam bitmişti...
YORUMLAR
Montaigne’nin Denemeler’i Kimin İçin Yazıldı?
Erdinç Akkoyunlu
Uno Chiyo: 20. Yüzyıl Japon Edebiyatında Aykırı Bir İsim
Aslı İdil Kaynar
Emile Zola’nın Thérèse Raquin Romanında Suç ve Ceza
Hülya Soyşekerci
Kozmik Tokat: Tenzil-i Rütbe
Ergin Ozan Ekşioğlu
Parçalanmış Zamanlar
Semih Gümüş
Babam’a Mektuplar I: Fantom Ağrısı
Deniz Gündoğan İbrişim
Synonymes / Eşanlamlılar – Bir Varoluş Mücadelesi
Özkan Ali Bozdemir
Kabil’in Dili ve Öfkesinin Sınırları
Erhan Sunar
Bir Resmin Kalmış Bende...
Uğur Vardan
Kutsal Aile Öyküleri
Fulya Kılınçarslan
Ormanı Düşlemek, Ormanda Yaşamak
A. Ömer Türkeş
Montaigne’nin Denemeler’i Kimin İçin Yazıldı?
Erdinç Akkoyunlu
İyiliğin Vicdanı, Aklın Gaddarlığı
Murat Erdin
Pascale Roze'nin Avcı Sıfır'ı ya da Bizim Bahtsız Yazgımız
Sedat Sezgin
Bir Nevi Deja Vu: Yeşil Rehber
Deniz Moralıgil
Pieta: İnsan Eti İle Anne Arasındaki İntikam Bağı
Halil Dusak