
Kendi Gerçekliğini Yaratan Edebiyat
Adorno, edebiyatta gelenekselci anlatıyla süregiden, gerçekçiliğin zanaatkârcısı, bezemeci edebiyatın “dünyanın anlamlı olduğu varsayımına dayanan bir sevgiyle kendini dünyaya teslim” edeceğini, demek yalan söyleyeceğini belirtiyor: “romanın nesne karşısında özgürleşmesini sınırlandırır ve onu röportaja benzemeye zorlar. İşte bu yüzden, Joyce romanın gerçekçiliğe karşı başkaldırısını söylemsel dile başkaldırıyla bağlantılandırmıştır.”
Semih GümüşEdebiyat ve kültür sorunlarını kavramlar ve kuramsal ilkeler temelinde irdelerken de somut yaşantılar ya da düşünüşler çevresinde dolaşabilme yatkınlığı, Theodor W. Adorno’nun ayırt edici yanlarından. Böylece çok özel bir ayrıntının aslında yanı başımızda olup da göremediğimiz bir gerçekliği, o anda bize şaşırtıcı gelecek bir anlamı olduğunu göstererek yazılarını kurgular ki, eleştirinin kendine kurduğu dünya da okurun alımlama yetilerine çok yakın bir yere gelmiş olur. Minima Moralia’daki şu sözlerine bağlanabilir bu tutumu: “Yaşamın en dolaysız hakikatini anlamak isteyen kişi, onun yabancılaşmış biçimini incelemek, bireysel varoluşu en gizli, en gözden ırak noktalarında bile belirleyen nesnel güçleri araştırmak zorundadır.” Nesnel olanın artık geçmişte bilinenden ve yeni kuşaklara öğretilenden bambaşka bir gerçeklik taşıdığı kuşkusuz. Gerçekliğin büsbütün değiştiğini gizleyen ideolojilerle aramızdaki çatışmaysa, özellikle bireyliklerin ortadan kaldırılmasına dönük yeni gerçekliği anlamayı zorunlu kılar. Adorno kültür üstüne çözümlemelerinde hep bu amaca dönük kaldığı gibi, edebiyat yazılarında da gene oraya dolaysız göndermeler yapar. Az bulunur bir ışıktan da ötesidir o. Doğrusu, Adorno okumak öteki eleştirmenleri okumaktan farklı. Anlatımındaki çekici üsluba ve o üslubu içinde çarpıcı anlamların art arda dizilişine kapılmamak elde değil. “İndirgenmiş ve alçaltılmış öz, kendisini bir yüzeye dönüştüren büyüye karşı inatla direnmektedir.” Sanki çok uzun ömürlü bir saptama gibi: iki kez okuduktan sonra, dilerseniz toplumcu gerçekçiliğin değerleri ortalamada hizalayan zorunu, dilerseniz şimdiki zamanları, postmodernitenin geçmişten aldığı söze karşı horgörüsünü anlatmak için kullanabilirsiniz. [caption id="attachment_47190" align="alignnone" width="800"]

Kendini kuruluş dönemlerine adayan edebiyat –ister Batı’da olsun ister Doğu’da–, gelenekselliğin törel kalıplarından kolay kolay kurtulamaz ve pozitivizmin köreltici çekiciliğine kapılır.Yaratıcı düşünce, alımlama ve uygulama etkinliğinin somut parçası olmayabilir, ama somut olanı anlamak ve yorumlamak için kullanılabileceği gibi, bazen kendiliğinden özdeşlikler içinde bulunur ya da o özdeşliği arar. Bu kesişmenin bulunduğu her yere bir gösterge flaması saplayabilirsiniz, sonra yürünecek yollar o göstergelere bakarak çizilecek, sonuncuyu alan onu yeni bir noktaya dikecektir. Kendini kuruluş dönemlerine adayan edebiyat –ister Batı’da olsun ister Doğu’da–, gelenekselliğin törel kalıplarından kolay kolay kurtulamaz ve pozitivizmin köreltici çekiciliğine kapılır. Üstelik çekicidir, çünkü kesinkes egemen ve güçlü olacaktır; körelticidir, çünkü ister istemez iktidar kavramına sahip çıkar. Cumhuriyet’in ertesinde yükselmeye başlayıp 1930’larda Kemalizmin kuruluş sürecine katılan edebiyat, bütüncü tutumuyla egemen bir anlayışa dönüşüp etkisini bugüne dek sürdürdü. Felsefi bir ayrıştırma çabası içinde, toplumsallaşmanın bireyi zayıflatıp çürüttüğünden, oysa bireyin deneyimi ile bireyler arasındaki farklılık gizilgücü ve zenginliğinin artık eskil anlayışlara sağmayacak kadar büyük olduğundan söz eder Adorno. Bunu edebiyata yansıttığımızda aynı sonucu göreceğiz: Aynada gördüğümüz, kendi-için varolan edebiyattır.

Okurun bütün benliğiyle iç yaşamına, hikâyesine katıldığı geleneksel roman (Adorno en sahici halini Flaubert’de bulur) karşısında, okuru dışarıda, bazen çaresiz tutar modernist roman ama kendisiyle aynı düzeyde bulunmaya da çağırır.Adorno bu yaklaşımını daha da önceyi örnek göstererek anlatır: “Fielding’in Tom Jones’undan beri romanın asıl konusu, yaşayan insanlar ile taşlaşmış ilişkiler arasındaki çatışma olmuştur. Bu süreçte, yabancılaşmanın kendisi de estetik bir araç haline gelir roman için. Çünkü insanlar, bireyler ve topluluklar birbirine ne kadar yabancı olursa, birbiri için o kadar da bilmecemsi hale gelir.” Böylece roman uzlaşım (konvansiyon) edebiyatı olmaktan çıkar, çelişki toplumun bağrından çıktığı gibi çitleri aşıp edebiyatın topraklarına girer. Okurun bütün benliğiyle iç yaşamına, hikâyesine katıldığı geleneksel roman (Adorno en sahici halini Flaubert’de bulur) karşısında, okuru dışarıda, bazen çaresiz tutar modernist roman ama kendisiyle aynı düzeyde bulunmaya da çağırır. Yaratım sürecini yazarın bıraktığı yerden alıp ileri götürmek, vereceği anlamlarla romanın anlam ağını yeniden dokumak düşüyorsa okura, bunun yepyeni bir yazınsal ilişki olduğu açıktır. Geleneksel romanın ahlaki katılım çağrısı modernist romanda yazının ahlakınca örtülür: asıl olan yazılanın yazınsal değer ölçütleri bakımından tam olması ve dışarıdan gelecek etkilere karşı korunmasıdır. Edebiyatta yenilikçi yönelişleri hep birer fantezi ya da özgünlük merakı olarak görmek, bir tür resmi edebiyat görüşüdür ki eksik değildir. Edebiyatımızın ana akımına egemen olan anlayış yeniliklere resmi görüşün sopasını gerektiğinde nasıl göstermişse, öteki ülke edebiyatlarında da benzer durumlar her zaman olmuştur. Adorno’nun “Gerçeküstücülüğe Sonradan Bakış” yazısı bu bakış açısının gerçeküstücülüğü yorumlama biçimini de eleştirir. Gerçeküstücülük de eksantrik değil, üstelik tamamıyla Avrupa’nın yaşadığı acı deneyimlerin ürettiği bir sanatsal gerçeklik olarak girdi insanların yaşamına. Olanca hınzırlığı içinde acıdan mürekkep bir dünyayı sarıp sarmalayarak.
YORUMLAR
Acının Yarattığı Resul-adam
Semih Gümüş
Sonsuza Yazılan “Aşk”
Ergin Ozan Ekşioğlu
Murat Özyaşar’ın Öykülerine Bir Değini
Erhan Sunar
Sevim Burak’ın Hayatizleri
Hülya Soyşekerci
Yoksulluk, Yeryüzü ve Başka Bir Bellek Mümkün: Manves City ve Sürüklenme
Deniz Gündoğan İbrişim
Dağlara Dair Bir Romanın Düşündürdükleri
Banu Yıldıran Genç
Kitap fetişizmi ya da Dönüşen Sahaf Dünyası
Özkan Ali Bozdemir
‘Şüphe’ Ruhu Kemirir...
Uğur Vardan
Kurmacanın Hayaleti-I • Konuşan Yazar mı Yoksa Anlatıcı mı?
Fulya Kılınçarslan
Tarih ve Toplum Tezleriyle Romanlar Yazmak
A. Ömer Türkeş
Bir Nevi Deja Vu: Yeşil Rehber
Deniz Moralıgil
Sait Faik'ten Milli Piyango
Murat Erdin
Pieta: İnsan Eti İle Anne Arasındaki İntikam Bağı
Halil Dusak